Kapitalizmin Faizi Ne Kadar? -Ertuğrul Mıhçıoğlu
Modern iktisat terminolojisinde ”paranın kiralanması karşılığında ödenen bedel” olarak nitelendirilen, tarihi ise antik çağa kadar dayanan faiz kavramı, ayrıca tüm inanç ve disiplinlerde de toplumsal zararları son derece büyük olan bir yasak olarak tanımlanmıştır.
Faiz konusu, her ne kadar ekonomi uzmanları tarafından değerlendirilmesi beklenen bir alan gibi algılansa da, geçmişten bu yana birçok sosyolog, düşünür, din ve devlet adamı tarafından da incelenmiş bir konu olarak karşımıza çıkmaktadır.
Dünyaca ünlü Yunan filozofu Aristoteles, etkisi günümüze kadar uzanan Politika adlı eserinde “En çok tiksinmeyi hak eden faizciliktir.” diyerek faizin toplum üzerindeki başka etkilerine dikkat çekmeye çalışmıştır. Yine yakın tarihimizin önemli kanaat önderlerinden Bediüzzaman Said Nursi de” Kavga kapısını kapamak için faiz kapısını kapayınız” diyerek konunun sadece ekonomik boyutunun olmadığını vurgulamıştır.
Son olarak da; İslam’da “cahiliye âdeti” diye tabir edilen, Kuran-ı Kerimin de “Allah faizi mahveder, zekât ve nafaka gibi sadakaları da artırır(Bakara 276) diye emrettiği faiz ve faizcilik konusunda aslında inananların nasıl bir tavır takınmaları gerektiği hususuna son noktayı koymuştur.
1929’larda Amerika Birleşik Devletlerinde baş gösteren Great Depression (Büyük Buhran) de meydana gelen ekonomik bunalımın, siyasi ve toplumsal alanları nasıl etkilediğine en güzel örneklerden biridir. Bu buhranın asıl sebebi; Amerika’daki büyük kuruluşların aldıkları yüksek faizli borçlarla üretim yapmaya çalışması ve neticesinde de ülkedeki arz-talep dengesinin alt üst olması olarak gösterilebilir. Çünkü ekonominin önemli gerçeklerinden biri de tüketim kapasitelerinin azalınca istihdamın da aynı şekilde azalacağı gerçeğidir. Ancak bugün iktisat dünyasında faiz ile ilgili savunulan en büyük argüman ise borçsuz büyümenin mümkün olamayacağı ve faizin günümüz ekonomik sisteminin ayrılmaz bir parçası olduğu yönündedir.
Fransız iktisatçı Fredick Bastiat bir makalesinde “Ekonomi alanında bir eylemin tek bir etkisi yoktur, bir dizi etkisi vardır.” tezini ortaya koymuştur. Yani özel ya da kamu bütçesine giren faizli para ilk etapta gidişat ta olumlu bir hava sağlamış görünse de piyasanın verdiği ilk tepki asıl sonuç olarak değerlendirilemez. Çünkü faizli para ekonomide bir dönem sonra üretim ve yatırım maliyetlerinin artmasına ve bu sayede de ekonomik büyümeyi engellemesine neden olacaktır. Ekonomik büyümedeki en basit kural ise maliyetlerin düşmesi gerekliliğidir.
Türkiye’nin serbest faiz sistemi ile tanıştığı 80’li yıllarda küçük bankerler aracılığıyla başlayan bu model daha sonra bankaların halkı faizli borç alma alışkanlığı kazanmasıyla el değiştirmiştir. Ancak bahsetmiş olduğumuz o yıllarda ülkedeki faiz oranının %50’lerin üzerinde olması, günümüzde ise %6 gibi oranlara düşmesi de aslında ekonomik istikrarın çok düşük faizli ya da faizsiz ekonomik modeller ile ulaşılabileceği gerçeğini gözler önüne sermektedir.
Ayrıca bugün faiz artışının döviz yükselişini engelleyen bir unsur olduğunu savunan kişilerin de maalesef ki faiz sistemine hizmet eden ve yatırım yapanlar ile aynı kişiler olduğunu görmekteyiz. Çünkü faiz artışının dövizdeki yükselişi engelleyeceği konusunda hiçbir garanti bulunmamaktadır.
John Perkins’in kaleme aldığı “Bir ekonomik tetikçinin itirafları” adlı dünyaca bilinen kitabında da ülkelerin yüksek faizli borçlarla nasıl kontrol altına alındığını ve bu sayede ekonomik sabotajlardan askeri darbelere kadar toplumların nasıl yönlendirilebileceği konuları da en ince detaylarına kadar anlatılmıştır.
Sonuç olarak, teorik olarak kolay yapılabilen faiz hesapları pratik uygulamalar da ise çok farklı sonuçlar ile karşımıza çıkmaktadır. Günümüzde faiz olgusu çok farklı şekil ve formatlarda olup tüm bireyleri bu sistemin içerisine dâhil etmektedir. Sisteme karşı direnç gösteren kişi ve kurumlar ise bu dişlilerin arasında ezilerek küçük bir bütçe ile yollarına devam etmek zorunda kalmaktadırlar.
Türk ve İslam coğrafyasının yetiştirmiş olduğu önemli iktisatçıların, hiç biri maalesef ki bu konuya halen alternatif tezler üretememişlerdir. Zaman zaman ortaya konulan farklı modellerde çoğunlukla cılız kalmış ve pratiğe geçirilememiştir.
Yine üzülerek belirtmek gerekir ki; bugün İslami ve faizsiz bankacılık adı altında faaliyet gösteren kurumlar detaylı bir şekilde incelendiğinde, diğer bankaların uyguladığı metotlardan çok önemli farkları olmadığı anlaşılacaktır.
İktisatçıların ve hatta ilahiyatçıların bu konuda ciddi adımlar atıp, faizsiz büyüme modelleri üzerine çalışmalar yapmaları elzemdir. Bu sayede zaten insan ve toplum tabiatına aykırı olan faize dayalı kapitalist sisteme karşı akılcı, pratik ve insani alternatifler meydana koymaları beşeriyete bırakılabilecek en büyük miras olacaktır. Bu metotlar ise ekonomisi yeni oluşan ülkelerde ve sektörlerde hayata geçirilip sınanabilecektir.