Kadının Beş Bin Yıllık Tarihi -Mehmet Emin Tatlı
Kadın yüzyıllar boyunca hep sıfat değiştire gelmiştir. Bu sıfatlar tanrıçalık ve kölelik arasında gezinmiştir. Bazen başımızın tacı bazen cennetin anahtarı bazen de cadı olmuştur.
Kadın ve erkeğin biyolojik özelliklerinin bilinmediği tarih öncesi topluluklarda kadın kendi bünyesinden bir çocuk dünyaya getirdiğinde herkes hayretle kadına bakıp herhalde bu bir tanrı olsa gerek veya tanrısal özellikler sergilemektedir, diyerek kadını tanrıçalaştırmış ve onun emrine girmiştir.
Amazonlar MÖ. 2.YY da yaşamış savaşçı kadın bir topluluktur. Kadınların ön planda olduğu ve erkeklerin de önemsenmediği hatta düşman görüldüğü bu topluluk da kadın baş aktör olarak varlığını sürdürmekteydi. Savaşlara kadınlar gitmekteydi. Erkekler köle olarak hayat sürmek zorunda bırakılıyordu.
Kadının biyolojik özelliklerinin bilinmesiyle tanrıça vasfını yitiren kadın Orta Çağ Avrupası döneminde ruhsuz şeytan olarak nitelendirilmeye kadar rütbesi indirilmiştir. O kadar ileri gidilen dönemler oldu ki; Cadı olduğuna inanılan kadınların yakalanması, yargılanarak veya yargılanmadan cezalandırılmıştır. Tarihte cadı avları genellikle cadıların yakılarak veya linç edilerek öldürülmesi ile sonuçlanmıştır.
Bu dönemde kadınlar kutsal kitap olan kadınlar İncil’e ellerini süremez ve kadınlar da ruh yoktur inancı papazlar tarafından yaygın bir şekilde anlatılmaktaydı. O kadar ileri gidildi ki o zamanda kadınların yaşları 35-40’ı aşmadan ölüyorlardı. O dönemde küvette yıkanan Avrupa coğrafyasında kadınlar erkeklerin yıkandığı su ile yıkanırlardı.
Ortaçağ Avrupası’nda Kralın bazen 200 metresi bulunur ve sarayda tutulurdu. Bu metresler bazen ömürleri boyunca bekar kalırlardı. Kralın özel zevklerini görür ve önemsenmezlerdi.
Kadınlar MS.6.YY’da bugünkü İslam medeniyetinin olduğu coğrafya da ve İslam dininin henüz gelmediği dönemlerde bir erkek yaklaşık kırk kadınla evlenir ve kız çocuklarını diri diri toprağa gömülmesini önemsemez ve teşvik ederdi. Kadınların evlenmek konusunda söz hakları bulunmazdı. Sonra o dönemde gelen İslam dini kadınları önemsemiş çok evliliğin önüne geçip kırktan dörde indirmiş, kız çocukların diri diri öldürülmesini kaldırmış, cennet annelerin ayakları altındadır diyerek kadını yüceltmiştir.
Kadınlar her devirde ganimet olarak görülmüş, savaşlar sırasında ya esir edilmiş satılmış, ya da cinsel köleler olarak hayatlarını sürdürmüşlerdi.
Siyasi coğrafyamıza esas olarak, insanlık tarihinin beş bin yıllık tecavüz kültürü tarihi olduğu, kadının beş bin yıllık kölelik tarihine sahip bulunduğu söyleminin önemli olduğu tarihsel bir gerçektir.
Kadının beş bin yıllık köleleştirilme tarihi olduğu tespitinin arkasında yatan tarihsel yaklaşımı ve içeriğini anlaşılır kılabilmek için, “İnsanlığın kabul edilen tarihsel varlığı kaç yıllıktır?” sorusudur. Bilim dünyasının bu soruya cevabı beş bin yıldır.
O halde, kadını köleleştirme tarihi ile kadının kölelik durumunun insanlığın başlangıcından beri var olduğunu söylemektedir. Kadın beş bin yıldan beridir erkeğin kölesidir demek, kadın insanlığın başlangıcından beridir köledir, demektir. Âdem ile Havva ve kimi dinsel anlatıdaki Lilith yaratılış anlatısında olduğu gibi, bu durumun ilk insandan beri süre geldiği kabulü, belirli bir tarih anlayışının ürünüdür.
Lilith, Musevilik ve Hristiyanlık apokrif inançlarında Âdem’in ilk eşidir. Talmud’da yer alan yaratılış bölümünün 1. Bab’ında Âdem ile beraber bir dişi yaratıldığından, 2. Bab’ında ise Âdem’in kaburga kemiğinden bir dişi yaratıldığından bahsedilmektedir.
Bu inanışa göre kadın erkeğin kaburgasından yaratılmıştır. Bu söylem kadının kendi özünün bulunmayışı anlayışını söylemektedir. Halbuki İslam dini bunu kabul etmeyip, kadın ve erkeğin yaradılışının eşsiz olduğunu tarif etmektedir.
Kadın sadece güçsüz olduğu için mi? Erkeğin egemenliği altına girmiştir.
Kadın ve erkek tek bir sebep için bir aradadır. O da çiftleşme güdüsüdür. Kadın ve erkek doğal seleksiyonun bir sonucu olarak var olagelmiş, ancak kadın ve erkek her defasında çatışma ve savaş halindedir. Bu savaşlar her iki cinside hayatta diri tutmuştur. Kadın ve erkek hayvansal güdülenme ile bir aradadır. Diğer davranışların tamamı bu güdülerin evrimleşmiş ve modern halleridir.
Modern biyoloji bilimi bizlere kadın ve erkeğin çiftleşmesinden bir çocuğun dünyaya gelmesini tarif eder. Bilim bunu tarif ederken geleneksel toplumlarda hala kadın bir kız doğurunca kadını suçlama ön plandadır.
Hâlbuki biyoloji bilimi bizlere erkek spermi, kadının yumurtası ile birleşirken “X” veya “Y” kromozomlarının erkek sperminde olduğunu tarif eder. Hal böyleyken neden? Kadın suçlanır ve hakir görülür. Hâlbuki biyolojik olarak erkek “X (erkeklik) veya Y (kadınlık)” kromozomuna sahipken kadın ise sadece “X (kadınlık)” kromozomuna sahiptir.
Ayrıca çocukların üzerindeki medeni veya dinsel haklar itibariyle de kadın ve erkek eşittir. Kadın ve erkek deki kromozom sayesinde eşit haklara sahip olması gerekmektedir. Çünkü kromozom sayılarına göre erkek ve kadın 23 ve 23 kromozom olarak toplamda 46 kromozom ile bebeğin dünyaya gelmesini sağlamaktadırlar.
Ne yazık ki çocuğun mülkiyeti konusu geçmişte de günümüzde de ciddi kavgalara sebebiyet vermiştir. Halen çocuğun kimde kalacağı konusu kadın ve erkeğin birbirlerine üstünlüğü ve tehdidi olarak gündemdedir.
Diğer bir tartışma ise soy üzerinedir. Ölen kişinin arkasından okunan dua ve yakarışta falan kadının oğlu veya kızı şeklinde mezarın başında çağırı yapılmaktadır. Eğer erkekten soy devam etseydi o zaman erkeğin ismi ile çağrılması daha doğru olacaktı. Ayrıca bu konuda çocuğun babasının kim olduğu annenin şahitliği ve beyanı iledir.
Soy bilimi ise en çok 19.YY’ın başlarına kadar gider. Anne ve babanın kim olduğunun bilinmesi ise 1950’li yıllara kadar gider. Dolayısı ile eski dönemlerde anne ve babalık testi imkansız olmaktaydı.
Dolayısı ile soyun devam etmesi kavramı yine gelenekten öteye geçmemektedir. Bu tür çekişmeler ise yersiz ve anlamsız olmaktadır. Ayrıca bu konuya sıklıkla örnek veren Müslümanlar ise Hz. Muhammedin (sav) soyunun Hz. Fatıma ile devam ettiğini atlamaktadırlar.
Bir diğer çatışma konusu ise, mülkiyettir. Kadın savaşçı olmadığından tarih boyunca da mülkiyet konusunda yalnız kalmıştır. Savaşçı toplumlarda erkek dışarı çıkar avlanır, toprak sahibi olur ve mülkiyet erkek üzerine devam edegelmiştir. Kadın ve erkek günümüzde de mülkiyet konusunda çatışma halindedir. Dinler hukukunda da medeni hukuklarda da hep mülkiyet sorunu gündemde kalmıştır.
Tarih boyunca çok eşlilik veya tek eşlilik problemleri var olagelmiştir. Savaşların çok olduğu dönemlerde erkeksiz kalan bir toplumda çok eşlilik var olmuştur. Nedeni ise savaşta erkeklerin ölmesidir. Kadınlar erkeksiz kalınca iki üç nesil boyunca çok eşlilik devam etmiştir.
Günümüzde hem Müslüman toplumlarında hem de Hristiyan toplumlarında çok eşlilik bulunmaktadır. Bu ise sosyal ve siyasal olarak sorunları da beraberinde getirmiştir.
Kadın tarih boyunca güvenli bir alanda kalıp hep naif bir güzellik içinde var olmuştur. Ancak ne zaman erkek ile çatışma ve üstünlük yarışına girmiş o zaman hep geri kalmıştır.
Medeni toplumlarda ırklar, renkler, yaşlar, dişiler ve erkekler çatışmazlar.
Mehmet Emin TATLI