Türkiye de markalaşma sorununa farklı bir bakış açışı: Devlet kurumlarının markalaşamaması – Ertuğrul Mıhçıoğlu
Hemen her gün onlarca farklı dergi, köşe yazısı ve seminerlerle markalaşma bilinci ve markalaşmanın önemi ile ilgili bir çalışma ile karşılaşıyoruz. Türkiye’nin markalaşamama sorunsalı ile ilgili yüzlerce argüman ve eleştiri geliştirmek elbette ki mümkün. Konu ile alakası olan ve olmayan her bireyin markalaşma ile ilgili söyleyeceği bir paragrafı mutlaka hazırdır. Ancak maalesef ki markalaşma çalışmaları akademik çalışmaların önüne, dünyanın marka liginde yer alan firmalarımız ise bir elin parmağını geçemiyor.
Araştırmalar neticesinde çıkan sonuçlar ise hep birbirini teyit eder nitelikte.
- Kurumsallaşamama
- Vizyon ve öngörü eksikliklerimiz
- İmalat sektöründe teknoloji lideri değil de, takipçisi olmamız
- Genç nüfusumuzda marka bilincinin yanlış oluşması ve doğru kanalize edilememesi vs.
İşin daha trajikomik tarafı ise bazı devlet yetkililerinin hemen her fırsatta “Aman ha markalaşın!” uyarılarında bulunmaları. Hemen her konuda olduğu gibi markalaşma konusunda da birkaç farklı bakış açısından dışarı çıkamadığımız aşikar.
Pekiyi markalaşma sadece üreticinin tek başına yönetebileceği bir süreç mi? Eğer öyle ise devlet bu konuda ne yapar?
Dünyadaki markalar aslında bulundukları ülkelerin gücünü, bir anlamda prestijini ortaya koyar. Bu açıdan bakıldığı zaman markalaşmak en az sanayi kadar devletinde üzerinde çalışması gereken bir konudur. Mercedes denildiğinde nasıl akıllara Alman disiplini ve teknolojisi geliyorsa, Ferrari İtalyan estetiğini yansıtıyorsa, Google, Apple veya IBM gibi markalarda Amerikan teknolojisini ve gücünü akıllara getirmektedir. Bir anlamda devletler markalaşma çabasında olan firmaları korur, destekler ve daha da önemlisi de onları yönlendirir. Batı ülkelerinde asırlık markalar olduğu gibi, bu markaları asırlık hale getiren devlet kurumları ve politikaları mevcuttur ki bu iki zümre beraber hareket ederler.
Henry Ford 1908 yılında seri üretime geçtiği zaman, Amerika Birleşik Devletlerinin o dönem başkanı olan Theodore Roosevelt ile görüştürülür. Başkan Roosevelt liderliğinde Ford için özel bir komisyon kurulur. Devletin desteği ve doğru yönlendirmeleri neticesinde Ford kısa bir zamanda dünya devi bir şirket haline gelir. Neticede Amerikan devleti de bu ekonomik gücü küresel bir koz olarak kullanmaya başlar. Çünkü Ford ve Ford gibi firmalar artık Amerika’nın gücünü temsil etmektedir. Yine aynı şekilde Amerikan devleti de bu devasa firmalara herhangi bir sorun çıkaran yabancı devletleri anında karşısına alır ve baskı uygulamaktan dahi çekinmez. İngiltere’nin BP ve Shell örneğinde olduğu gibi. Bu devasa şirketler hükumetlerin değil, devletlerin koruması altında ve milli politikalar çerçevesinde değerlendirilmektedir.
Pekiyi ülkemizde bu süreç nasıl işliyor?
Hatırlanılacağı gibi 2000’li yılların başında Turquality adı altında yerli markaları küresel boyutlara taşımayı hedefleyen bir çalışma başlatılmıştı. İlk dönemlerde ciddi hamleler yapan bu grup, dönemin bakanı Kürşat Tüzmen’in ve ekibinin değişmesi ile birlikte şu anda çoğumuzun dahi hatırlamayacağı bir kurum haline geldi.
Daha öncesinde küçük ve orta ölçekli firmaları desteklemek, markalaştırmak adına büyük paralar harcanarak KOSGEB’ler kuruldu ve son dönemde bu kurumda farklı sebeplerden dolayı gündemde!
En son olarak da yine büyük beklenti ve iyi niyetlerle Kalkınma bakanlığı ve DPT’nin destekleri ile kalkınma ajansları oluşturuldu, bütçeler ayrıldı, uzmanlar istihdam edildi. Sonuç?
Hükumetlerin değişmesi ile beraber ekonomik anlayışlarımız ve politikalarımızda büyük ölçüde değişmektedir. Bu sebeple asırlık kurumsal firmalar ve markalar üretmemiz mümkün değildir. Bugün T.H.Y’nin küresel düzeyde göğsümüzü kabartan bir marka haline gelmesinin altında yatan en büyük sebep ise işte budur. Devletin bu markaya sahip çıkması ,uzun vadeli marka politikaları oluşturması ve bu kurumu sadece bürokratların eline bırakmaması diye özetleyebiliriz. Bakın, hükumetler değişse dahi T.H.Y markalaşma başarısını devam ettirecektir.
Bu yazıdan çıkan sonuç oldukça anlaşılır ve basittir.
“Devletler kurumsal değilse, şirketler kurumsal olamaz.”