Gerçek iktisat – Mehmet Emin Tatlı
İktisat önce ne olduğunu öğrenmek ister, sonra nasıl olması gerektiğini sorgular.
Gerçek iktisatta; “Kaynaklar mevcuttur. İhtiyaçlar ise belirlidir. “
İktisat klasik tanımıyla şöyledir, “ üretim, dağıtım, tüketim, ticaret, değişim ve bölüşüm ile ilgili etkinliklerin bütünü ile bu etkinlikleri ” inceleyen bir bilim dalıdır.
Yine iktisat; “mevcut kaynakların sınırlı, insan ihtiyaçlarının ise sınırsız olması, iktisat biliminin ortaya çıkma nedenidir. İktisat bilimi kaynakların kıt olması nedeniyle insanların yaptıkları tercihler ve bu tercihler nedeniyle aralarındaki ilişkiyi” inceleyen bir bilimdir.
Ancak gerçek iktisat ise böyle olmamalıdır. Aslında mevcut dünya düzeninde John Maynard Keynes, Adam Smith vb. iktisatçılar batı varoluşçuluğu içinde hep doyumsuzluğu ve ben merkeziyetçiliği düşünerek kaynakların kıtlığını savunmuşlar.
Adam Smith, aslında bir ahlak profesörüdür, ancak “bireylerin ahlakı içinde ekonomide ve doğal olaylarda bir düzen olduğunu ve bunun gözlem ve ahlâk hissi ile tespit edilebileceğini” söyler. İktisat ile ahlakın geçişkenliğinden bahsetmektedir. İktisadın bir ahlak meselesi olduğunu kabul etmiştir.
Adam Smith, bireyin ve toplumun iyiliği arasında nedensellik kurduğu Ulusların zenginliği kitabında şöyle yazıyordu: “herkesin bencil olduğu bir toplumda da uyum, bilinçli bir müdahale olmasa da, kendiliğinden oluşacaktır.” Aslında bencilliği kendisi de itiraf etmiştir.
İktisat felsefesinde varlık ve yokluk kavramları vardır. Batı iktisadı bencillik üzerine kurmuştur. Doğu ise öyle değil tam aksine paylaşım üzerine kurmuştur. Bu nedenle doğu felsefesinde kıtlık yoktur. Zekat ve infak kavramları bunun en güzel örnekleridir.
Ve yıllarca batıdaki bu sistem bize öğretildiği ve hatta dayatıldığı için bizde şimdi kaynaklar kıt demeye başladık. Bu sistemin bizlere öğrettiğini düşünmeden salt iktisadı düşündüğümüzde ise karşımıza şöyle bir durum çıkmaktadır.
Gerçek iktisatta; “Kaynaklar mevcuttur. İhtiyaçlar ise belirlidir.“Bir insan ne kadar su içebilir, ne kadar yemek yiyebilir, ne kadar elbise değiştirebilir, ne kadar lüks hayat yaşayabilir, aslında zengin dediğimiz kişilerde paralarını finans kuruluşlarına emanet verip fakir veya az varlıklı kişilere kredi olarak vermekte ve faiz almaktadır. Bu kısır bir sarmal olarak karşımıza çıkmaktadır.
Meşhur 6.veya 7. YY.’da yaşanan İtalya’nın Napoli şehri yakınlarında bulunan Pompei bölgesinde yaşanan yemek yemek olayı şöyledir. “Bir tarafta soylu ve asiller yemekten tekrar zevk almak için kusma çukurları yapıp tekrar yerken fakir millet ise fareler içinde yaşayıp kırıntılarla beslenirdi.“ Şimdide batı lüks içinde yaşarken Afrika’da açlıktan ölen insanlar var. Peki soruyorum nerde bu kıtlık, sadece birileri diğerine hakkını vermiyor.
Tüketim ihtiyaç kadar olmalıdır. İktisadın en temel problemi insandır. İnsanın mevcut kaynaklara kıt demesi bilinçli veya bilinçsiz yanlıştır. Ayrıca insan bilinçsiz tüketim yapması ile de iktisadın en temel problemini teşkil eder.
Üretim tüketime denk olduğunda fiyat dengededir. Demek ki tüketim aslında üretim kadar olmalıdır. Üretim fazla olduğunda üretici fiyat olarak zarar etmektedir. Tüketim ihtiyaçtan fazla olduğunda ise tüketici fiyat olarak zarar görmektedir.
Vahşi kapitalizm diyorlar ya, bence suçu sisteme atıyorlar. Her sistemde olduğu gibi bu para sisteminde de en zayıf halka yine insandır. Hangi sistemi getirir isek getirelim, yine insan eliyle bozulmaya mahkumdur. Kaynaklar mevcut ama parayı ve gücü elinde bulunduran azınlık kesim, kaynakları bloke ederek diğer kesime vermemektedir. Dolayısı ile mevcut kaynaklar kalan kesim için kıt olmaktadır. Bunun adı kıtlık değil bilakis mahrum bırakmadır. Genel için kaynaklar daralmaktadır.
Çözüm ise kaynakları serbest bırakmaktan geçmektedir. Yani doğu felsefesinde bunlar uygulama alanı bulmuştur. İslamdaki zekat ve infak müesssesini çalıştırmalıyız. Robin Hood gibi zenginden alıp fakire vermeliyiz. Bunun adına günümüzde pozitif ayrımcılık denmektedir. Fatih Sultan döneminde sadaka taşları en iyi örnektir.
Ancak yine insan faktörü devreye girdiğinde ve sermayenin hızlı bir şekilde bazı kesimin elinde birikmesiyle hızlı bir şekilde yoksulluk artmakta ve parayı ve gücü elinde tutan kesimin daha da zenginliğini arttırması kaçınılmaz olmaktadır.
Dünyanın en zengin yüzde 1’lik kesiminin serveti, diğer yüzde 99’un toplamına eşit olması bunun en iyi tespitidir. Bu eşitliğe müdahale olmaz ise 2018 projeksiyonunda eşitlik zenginler lehine değişecektir. Yani zengin daha zengin, fakir daha fakir olmaya devam edecektir.